Hani Benim RCEP’im? — Lütfullah Bingöl / Yavuz Selim İşleyen
Hani Benim RCEP’im?
Son yıllarda, özellikle Donald Trump’ın ABD Başkanı olması ile beraber neredeyse günaşırı konuştuğumuz bir mesele korumacılık. En azından akış ve hikaye tarafında korumacı argümanların kuvvet kazandığını inkar etmek güç, ancak işin sahadaki gidişatına baktığınız zaman neredeyse tam tersi bir tablo var ve birçok ülke durmaksızın serbest ticaret anlaşmalarının sayısını artırmak için çalışıyor. Bunun en somut örneklerinden biri de geçtiğimiz haftalarda, uzun yıllar boyunca devam eden müzakereler neticesinde imzalanan RCEP, yani Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması. Paydaşlar ise ASEAN ülkeleri (Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Myanmar, Malezya, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam) ile Çin, Avustralya, Japonya, G. Kore ve Yeni Zelanda. Anlaşmaya katılan 15 ülke dünyanın en büyük ekonomik blokunu oluşturuyor. Dünya GSYH’sinin yaklaşık %30’una sahipler ve bu ülkeler de 2.1 milyar kişiyi kapsıyor (Avrupa Birliği ise %19’unu teşkil ediyor örneğin küresel GSYH’nin).
Anlaşma kapsamında
· Gümrük vergisi indirimleri
· Bölgesel tedarik zincirlerini geliştirmek
· Bazı hizmet sektörlerinde çeşitli ülkelere ait sınırları gevşetmek
· Fikri mülkiyet hakları ve veri güvenliği noktasında iş birliği
amaçlanıyor. Anlaşma dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması olmasının yanı sıra Hindistan hariç neredeyse tüm Doğu Asya ülkelerini kapsamakta. Hindistan’ın ise anlaşmaya katılmamasının ekonomik ve politik sebepleri mevcut.
Hindistan Niçin Anlaşmadan Çekildi?
Trump döneminde ABD’ye yakınlaşan Hindistan, ABD’nin Trans Pasifik Ortaklığı Anlaşması’ndan çekilmesinin ardından söz konusu bloktan uzak durdu. Politik olarak anlaşmaya bu sebeple dahil olmayan Hindistan’da çiftçi ve endüstri lobileri de anlaşmaya karşı çıkıyor. Ayrıca Hindistan, bir süredir ekonomik anlamda da ithal ikameci bir politika izliyor. Çin’den gelen denetimsiz ithalat ürünlerinin ve gümrük vergilerinin kaldırılmasının Hindistan ekonomisi için olumsuz bir durum oluşturması bekleniyor. Böyle bir ortamda Çin’in birçok noktada damping yapmasından da endişe eden Hindistan anlaşmaya dahil olmamayı tercih etti ancak diğer tüm ülkeler anlaşmayı imzaladıktan sonra coğrafi olarak anlaşmadan ne kadar uzak kalabilecekleri tartışma konusu.
Anlaşmanın Detayları
RCEP kapsamındaki ülkeler aşama aşama tarifeleri düşürerek 10 yıl içinde tarifesiz bir ticaretin önünü açmayı amaçlıyor. 15 ülkede üretilen bütün mallar hangi ülkede üretilirse üretilsin veya hangi konumdan hareket ederse etsin tek bir evrakla üye ülke malı olarak değerlendirilecek ve serbestçe hareket edebilecek. Bu da bloğun dışında ürün ihraç eden şirketler için büyük kolaylık anlamına geliyor. Şirketlerin tedarik zincirlerini RCEP üyesi ülkelere kaydırmak anlaşma kapsamında oldukça avantajlı olacak. Ayrıca Güney Kore, Japonya gibi önemli ABD müttefiklerinin Çin için son derece stratejik bir anlaşmada yer alması gelecek siyasal düzlem için de değişim tartışmalarını başlattı. Diğer serbest ticaret anlaşmalarından farklı olarak RCEP ile ilk kez 15 ülke tek bir ortak pazara geçiş yapıyor. Anlaşmanın getirdiği en önemli yenilik ise menşe ve gümrük kuralları noktasında bulunuyor. Yalnızca belge doldurarak ticaretin önü açılırken, RCEP kapsamındaki ülkelerden birinde daha az maliyetli ürün üretimi gerçekleşebilir. Bu noktada hem bürokrasinin azalacağı ve tedarik zincirlerinin gelişeceği bir anlaşma olarak öne çıkıyor RCEP.
Anlaşmanın Önemi
RCEP Anlaşması’nın en büyük önemi Çin, Japonya ve Güney Kore’nin ilk kez ortak bir serbest ticaret anlaşmasında yer alması. Japonya’nın Çin’e ihraç ettiği ürünlerde tarife olmayan kısım çok küçük bir orana tekabül ediyor ancak bu anlaşmayla büyük oranda tarifelere tabi olmayacak. 20 yıl içinde mal ticaretinde yüzde 91’lik gümrük indirimi beklentisi gelecek yıllarda ticaretin merkezini Asya’ya taşıma ihtimalini artırıyor. Örneğin Çin’in en büyük ticaret partneri ABD ve AB iken son dönemde ASEAN ülkeleri birinci sıraya yükselmişti. Bu anlaşmayla birlikte ASEAN ülkeleriyle ticaret daha da büyüyecek ve bu noktada ABD ve AB pazar kaybı yaşayacaktır.
Şekil 1: Çin Toplam Ticaretinde Bölge Payları (%)
Kaynak: Morgan Stanley
Şekil 2: ASEAN — Çin Ticareti (%)
Kaynak: Morgan Stanley
Öte yandan RCEP anlaşmasının Çin’in Pasifik bölgesindeki ekonomik ve politik hakimiyetini artırması çok olası gözüküyor. ABD ve AB’nin serbest ticaret bölgesinin dışında bırakılması o bölge şirketlerini dezavantajlı konuma getirmesi bekleniyor.
RCEP anlaşması bazı kurumların beklentisine göre gelecek on yılda dünya ticaretine 500 milyar dolarlık bir katkı yapabilir. Ayrıca bu anlaşma üçlü bir anlaşmaya (Çin, Japonya, Güney Kore) yol açarsa dünya ticareti açısından tarihi sonuçlar görebiliriz.
Politik olaraksa özellikle Trump döneminde ticaret savaşlarıyla Çin’in sınırlandırılması sürecini yaşamıştık. Hatta ABD’nin, müttefiki Hindistan’ın Asya pazarında öne çıkmasını öncelediği görülmekteydi. ABD’nin ve Hindistan’ın katılmadığı ve dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması olan RCEP’in ABD’nin bu politikasına Çin’in politik hamlesi olarak bakmak yanlış olmayacaktır.
Çay yapraklarını okumak
Obama dönemi dış politikasının en önemli unsurlarından biri, Asya açılımı ve bu bağlamda müzakere edilen Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) adlı ticaret anlaşmasıydı. Bu anlaşma ile ABD, ekonomik olarak Çin’i çevreleyecek, bu şekilde de bölgedeki müttefiklik ilişkilerini sağlamlaştıracaktı. Bu sırada da Avrupa Birliği ile pazarlığı süren Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı anlaşması nihayetlendirilecek, dolayısıyla son yıllarda en büyük ticaret partneri Çin haline gelen AB ülkelerinin yaşaması ihtimal dahilinde olan çeşitli “gönül kaymalarının” önü alınacaktı.
Bu anlaşmaların ikisi de Trump’ın gelmesiyle rafa kalktı.
Şu anda ise RCEP’in imzalanmasına ABD’li liberaller ağlamakla, TPP’nin ardından ağıtlar yakmakla meşguller. Bu durum da bize, bu arkadaşların son 5 yıldan almaları gerektiği dersi almadıklarını söylüyor.
Nedir bu ders?
RCEP’i yukarıda devrimsel bir anlaşma gibi anlattık, ki kısmen öyle de zaten, ama esasen TPP ile, TTIP ile, AB’nin Gümrük Birliği ile kıyaslandığında ekstrem derecede minimalist bir anlaşma. TPP ile TTIP neredeyse evrende var olan her şeyi kapsama, her şeye bir laf yetiştirme, nizam verme çabasındayken, RCEP’in müzakere süreci pek pragmatik yürüdü. Bir ülke bir maddeye taş koyduysa, çok önemli olmadığı sürece deveye hendek atlatmakla uğraşılmayıp madde silindi.
Bizce de RCEP’den alınacak en önemli ders buydu. Yani popülist akımların yükselişi hakkında endişe ediyorsanız, yapılacak en iyi şey maksimalist kere maksimalist manzumlar döktürmektense yapılabilecek en iyi anlaşmayı yapıp önünüzdeki maçlara bakmak. Ancak dediğimiz gibi, ABD’de Biden yönetiminde rol alacak isimlerin bu dersi aldığından emin değiliz.
Diğer bir çay yaprağı ise anlaşmanın Çin’in uzun vadeli yapısal dönüşümünde edineceği yer. Çok kabaca anlatmak gerekirse, geçtiğimiz 10 yıldaki gidişata bakarak yapılabilecek en temel çıkarım, Çin’in düşük katma değerli üretim süreçlerini komşu ülkelere paslamak (itelemek de diyebilirsiniz) suretiyle bu ülkelerin kalkınmasında rol edinmek, yüksek katma değerli üretimi içeride tutarak bu sayede maaşları yükseltmek; nihayet itibariyle de iç tüketimi ile kendini götürebilecek duruma gelmek ve aynı zamanda bölgesiyle kuvvetli biçimde entegre olmak istediği. Bunun en belirgin donelerinden biri ise Çin’in 2008 öncesi dönemde devasa miktardaki cari fazlasının neredeyse tamamen kapanması olduğunu düşünüyoruz. RCEP’in bu resimde çok çok önemli bir yere oturduğu açıktır sanırım.
Eğer Çin bu patikayı tastamam izleyebilirse Yuan’ın uluslararasılaşması noktasındaki en önemli engellerden biri de kalkmış olacak.
Son olarak bu meselenin bir de küresel makroekonomik sonucu var.
Dünyada son 40 yıldır bir mana ifade eden ticaret bağlarının sadece iki türü vardı: Gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındakiler (EM-DM) ve gelişmiş ülkelerin kendi aralarındaki bağlar (DM-DM). Neredeyse sadece bu sebepten ötürü, son 40 yılın makroekonomik döngü hikayesi esasen DM’lerin genişleme yaptığı zaman bunun EM’lere sıçramasıyla oluşan küresel büyüme ve DM’lerin daralmasıyla yine benzer sebeplerden yaşanan küresel daralmalardan ibaret.
Bu paradigmadaki ilk kırılmayı esasen 2008 krizinde, Çin’in yaptığı devasa genişlemenin küresel ekonominin ayağa kalkmasına yaptığı spekteküler yardımla görmüştük. Ancak bu örnekte bile hala doğru düzgün bir EM saçılmasından (spillover) söz etmek zordu.
Geçtiğimiz 10 yıl, resimdeki eksik parçanın, yani EM-EM ticaret bağlarının kuvvetlendiği bir dönemdi. Şimdi RCEP ile Asya özelinde bu kuvvetlenme yüksek olasılıkla ayrı bir boyuta varacak.
Peki bu ne demek? Küresel büyüme hikayesi ve trendleri ABD ve Avrupa’nın tekelinden daha da fazla çıkacak, daha homojen bir yapıya kavuşacak demek. Çin’in finansal genişleme ve daralmalarının çok daha kritik etkileri olacağından Çin ekonomisini, Çin para ve maliye politikasını, her Fed ve ECB toplantısını izlediğimiz gibi heyecanla izleyeceğimiz (ve izlememiz gereken) zamanlar yakın demek.
Bunlar oldu diye yazılacak hikaye kalmadı mı? Tabii ki hayır. Neresinden tutarsanız tutun gelişmekte olan ülkeler meselesini hala küresel dolar döngüsünden ve dolayısıyla ABD para ve maliye politikası kaynaklı sermaye akımlarından ayrı okumak mümkün değil. Ama en azından resmin eskisi kadar basit (?!) olmayacağını öngörmek yanlış olmaz.
Lütfullah Bingöl
Yavuz Selim İşleyen